‘Teklikten çokluğa’

2020 yılı itibariyle deneyimlediğimiz Pandemi ile birlikte Astroloji ilmine olan ilgi de arttı. Talebin artması ile birlikte günlük, haftalık ve aylık öngörü yayınlarının arzı da her geçen gün artıyor. Kişiler kendi hayatları veya daha büyük boyutta, yaşadığı ülkede ve dünyada neler olacağına dair gelecekleri konusunda ünlü astrologların bilgilerinden faydalanmak için sıradalar. Peki astroloji bu konuda kişilerin beklentilerini ne kadar karşılıyor acaba? Sadece kendi Güneş veya Yükselen burcuna ait öngörüleri düzenli olarak dinlemek kişinin içsel gelişimine ne katıyor olabilir?

Bilim olarak kabul edilmese bile astroloji yaklaşık 4000 yıldan beri insanoğlunun gerçekliğinde yer alıyor. Kendi varoluşunu sorgulaması ile birlikte, gökyüzündeki cisimlere olan merakı, Babillerin M.Ö. 6. yüzyılda gezegenlerin gökyüzündeki hareketini gösteren haritalar ile başlamış. Babil’den Eski Yunan’a, oradan da Mısır’a ve Hindistan’a geçmiş. Daha sonra bütün Asya ve Avrupa’ya yayılmış. Süreç içinde Batı Astrolojisi (temelini Arap Astrolojisinden almıştır), Hint Astrolojisi, Çin Astrolojisi olarak çeşitlenmiştir.1 Günümüzde kendi içinde bir çok dallara ayrılmış, dipsiz bir kuyu olan Astrolojinin sadece kehanet amacıyla kullanıldığı düşünülmektedir. En çok merak edilenler: ne zaman evleneceğim, ne zaman işe gireceğim, para beni ne zaman bulacak, sınavı kazanacak mıyım, hangi gün doğum yapmalıyım, partnerimden ayrılmalı mıyım’ gibi sorulara cevap aranıyor. Bu sorulara alabileceği cevaplar ise ihtimal ve potansiyel sonuç olabilir. Bu şekilde kullanıldığı sürece böyle eşsiz ilmin hakkı bana göre yeterince verilmiyor. Oysa Astroloji insanın tekamül (evrimleşme) yolunda kullanabileceği çok değerli bir araç. Bulunduğumuz madde dünyasında her insan bireysel hayat yolculuğunda çeşitli zorlayıcı deneyimler yaşar. Bu deneyimler aslında kişinin dersleridir. Farkındalığının artması ve bilincinin genişlemesi içindir. Bu da ancak bilgi ve deneyimin kombinasyonu ile mümkündür. Astroloji bize deneyimlerimizi anlamlandırabileceğimiz bilgileri sunar. Bilincimiz genişledikçe deneyimlerimiz de olumlu yönde değişmeye başlar. Bunun için bir örnek vereyim. Diyelim ki, gökyüzünde iki gezegen arasında gerilimli bir enerji oluştu ve bu vesileyle genel olarak gerginlikler, öfke patlamaları veya ilişkilerde sonlanmalar öngörülüyor. O anki transiti içsel yolculuğunda bulunduğun yere göre deneyimlersin. Bu örneği hava durumuna uyarlayalım. Kar yağdığında bir kişi bunu keyifli bir durum olarak deneyimlerken bir başkası için bu zorlu bir kar küreme çalışması olabilir. Yağmurun yağması biri için şemsiye altında romantik bir yürüyüşken aynı yağmur bir başkası için evinin sular seller içinde kalması olabilir. Aynı şekilde güneşin kavurucu sıcaklığı biri için havuz kenarında içeceğini yudumlamak olarak yaşanırken bir başkası için bu durum kan ter içinde çalışmak olabilir. Her birinde hava koşulları aynı ama bireysel olarak deneyimleme şekilleri çok farklı. Bu göksel hareketler, yani transitler, için de söz konusu. Astroloji döngüsel olarak ilerler. Bu nedenle hayatımızın her döneminde aşamadığımız bazı konular tekrar tekrar önümüze gelir. Bazen aynı kişiler ve olaylar ile bazen farklı kişiler ve farklı senaryolarla karşımıza çıkar. Astrolojinin psikolojik yönüne girmeden önce insanın kendini tanımasının neden önemli olduğu konusuna değinelim. Bu konuyu 1165- 1240 yıllarında yaşamış İslam düşünürü, mutasavvıf ve yazar Muhyiddin İbn’ül Arabi, insanoğlu’nun bu aleme gelmesindeki sebebini hadislerde yer alan şu cümle ile ifade eder: ‘Ben gizli bir hazine idim bilinmek istedim, bunun için mahlukatı yarattım ki, bana bir ayna olsun ve o aynada cemalimi göreyim.’2 Arabi’ye göre her insanın özü vardır. Bunu ‘Ayan-ı Sabite’ olarak adlandırır. Arapça olan bu kavram ‘değişmez ayn’lar, yani özler’ anlamına gelir. Bu düşüncesinde,  tüm varlıkların ilk belirlenme ve yeryüzünde var edilme noktasını tarif eder. Ona göre her kim Ayan-ı Sabite’sinde, yani ‘ademî’ halinde mü’min ise vücudunda da bu suret üzere zuhûr eder (belirir). Dolayısıyla ‘vücud’, A’yan-ı Sabite’ye giydirilmiş bir elbise gibidir. 3 Elbisenin altında gizli olanın bilinmesi, keşfedilmesi için de şöyle der: ‘Nefsini bilen, Rabbini bilir4 Bu ifadenin Arapçası şu şekildedir:  ‘Man ‘arafa nafsahu (faqad) ‘arafa rabbahu’. Bu cümlede Aziz olan, sürdüren, eğiten anlamına gelen Rabb kelimesi eril, öz ve ruh anlamına gelen nafs kelimesi dişil olarak ifade edilmiştir.5   Ezoterik bilgilerde varoluş eril ve dişil kutuptan oluşur. Kökeni 4000 yıl öncesine dayanan Kabala öğretisi, insanın nasıl yaratıldığı ve daha yüksek varoluş seviyelerinde nasıl faaliyette olduğu üzerinedir. Daha sonra Musevilerin sahiplendiği Kabalistik Öğretilerde Hayat Ağacı’nda dişil sol ve yıkıcı sütun, eril sağ ve yapıcı sütundur. Tekamül ise bu ikisinin dengeye gelmesi ile mümkündür. Aynı şekilde Çin’de tarım öncesi toplumlara kadar uzanan Yin (dişil) ve Yang (eril) kuramı bütün kainatın işleyişini, hareketini açıklar. Bu kurama göre yin ve yang kutupları hiçbir zaman sabit olmazlar. Bu yüzden mutlak değildirler. Aksine sürekli olarak değişir ve dönüşürler. Karşıt kutuplar sürekli birlikte varlar. Karşıt kutbu olmayan hiçbir durum yoktur. Her kutbun içinde karşı kutuptan da bulunur.   Şekil 1: Yin ve Yang Sembolü

‘Hayatımız bu iki temel enerjiyi dengelemek üzerine kurgulanmıştır. Yaşadığımız ne varsa bu iki temel prensibi dengeye getirmek içindir.’

Hindu geleneklerinde ise Shiva bilinci ve eril enerjiyi temsil ederken Shakti ise bilinci harekete geçiren dişil enerjiyi temsil eder. Buradan farklı disiplinlerin farklı isimleri ve anlatım şekilleri olsa bile, binlerce yıldır kainatın bu iki temel enerjiden oluştuğu ve her şeyin zıttı ile tam olduğu konusunda hemfikir olduklarını anlıyoruz. Şimdi ise günümüze yaklaşalım. 1875-1961 tarihlerinde yaşamış olan İşviçreli Psikiyatr Dr. Carl Jung, yaşamı boyunca esrarengiz olarak kabul edilen konularla ilgilenmiş ve bu ilgisiyle bilinçdışı kavramına ve psikolojiye büyük katkılarda bulunmuştur. Jung’un odaklandığı nokta insan ve insanın dış dünyayla ilişkisi değil, insanın kendi benliği ile olan ilişkisidir. Mentörü Sigmund Freud’un psikanalizin son noktası bir başka insanla olgun bir ilişki kurabilmek, Jung’un analitik psikolojisinin son noktası ise bireysel ruhun büyüme ve gelişme sürecidir. Yani diğer insanlarla ilişkileri nasıl olursa olsun, insanın kendisini bütünleşmiş hissetmesi, kendisiyle barış yapmasıdır. Jung’a göre bilinç ve bilinçdışı birbirlerini karşılıklı olarak dengelemektedirler. Bilinçli davranışta gözlenemeyen bir şey insanın bilinçdışında gizlenebilir. Aşırı dışadönük bir insanın içinde aşırı içedönüklük bulunabilir (Bkz Yin ve Yang tanımı). Örneğin görünüşte çok çapkın bir insan, içinde aşırı ahlakçı bir unsur barındırabilir. Orta yaşa kadar komünist olarak yaşamış bir insan aniden koyu bir dindar olabilir. Aşırı iyi görünen bir insanın içinde yıkıcı duygular olabilir. Bu aşırı uçlardan kurtulmanın yolu bireyleşmek ve bütünleşmektir. Yani insanın kendine özgü benliğini iyi-kötü, aydınlık-gölge olarak ayırmadan dengelemesidir. Bu da insanın kendisini tanıması demektir. Jung Keşfedilmemiş Benlik kitabında mutsuzluğunun ve doyumsuzluğunun kaynağını dış dünyanın koşullarında aramaya yönelik insanlara, kendini tanımanın önemini anlatıyor. Kendinizi tanıyıp bütünlemediğiniz taktirde dış dünyadaki koşullar ne şekilde değişirse değişsin size özgü mutsuzluğunuzun aynı kalacağını ve suçlayacak yeni bir şeyler bulacağınızı gösteriyor. Kitle zihniyetiyle kendi özgünlüğünü kaybetmiş insanların huzuru ancak kendi bireyliklerini geliştirmeleriyle bulabileceklerini büyük bir alçakgönüllülükle açıklıyor.’ 6 Bu durumu şu meşhur cümlesi ile özetliyor: Bilinçaltını bilincine taşıyana dek bilinçaltın hayatını yönetecek ve sen buna kader diyeceksin.’ Jung ruhun üç ana düzeyinin olduğunu belirtir. İlk ikisi bireye özgün olan bilinçli zihin ve kişisel bilinçdışı ve üçüncüsü bireye özgün olmayan kolektif bilinçdışı. Bu sonuncusu arketiplerden oluşur ve bütün insanlarda ortaktır.   Şekil 2: Jung’un Psişe Modeli

Jung’un tarif ettiği ortak bilinçdışının arketipler kuramı Arabi’nin A’yan-ı Sabitesi ile büyük bir benzerlik göstermektedir.

Her ne kadar İslami kaynaklara ve yazarlara atıfta bulunmasa da, hem hakikatin (gerçeklerin) zaman ve mekân ötesi olduğu ve ilahî olanın, bu bağı kurabilen, tüm insanlara açık olduğu bilgisi ile uyumludur. Arabi’ye göre kendini gerçekleştiremeyen, potansiyellerini varoluşa çıkaramayan insan nefesini tutarak veremeyen insan gibidir. Ruhumuzun çoğunlukla yaşadığı sıkıntı da genellikle kapasitemizi kullanamayıp ilerleyememekten, enerjimizin sabit bir noktaya sıkışıp kalmasından kaynaklanır.3 Psikoloji biliminin ileri gelen, dünyaca tanınmış̧ bilim adamlarından biri olan Jung ile ondan asırlarca önce yaşamış̧, hem kendi dönemine, hem  sonrasına damgasını vurmuş bir mutasavvıf ve düşünür olan Arabi çok yakın kuramlar geliştirmiş. Her ikisi de insanı ve insanın özünü esas alan bu konuda çalışmışlar. Her ikisi de Astroloji ile yakından ilgilenmişlerdir. Biraz önce farklı disiplinlerde eril ve dişil olarak tanımladığımız bütünün iki yarısını astroloji üzerinde inceleyelim. Bunun için kısaca zodyak kuşağının yapısına değinelim. Ay’ın ve ana gezegenlerin yörüngelerini kapsayan bir kuşağı ifade eden Zodyak 12 burçtan oluşur. Bu insan deneyiminin tüm potansiyel spektrumunu sembolize eder. 12 burç iki ayrı gruba ayrılır. Biri eril arketipinin farklı yönlerini gösterir diğeri ise dişil arketipinin farklı yönlerini tasvir eden altı dişil burçlardır. Eril/Pozitif burçlar dışa dönüklük, ışık, zihin, aktivite, fikirlere yönelim, nesnel dünya ve gelecek ile ilişkilidir. Dişil/Negatif işaretler içe dönüklük, karanlık, duygu, tensellik, istikrar, öznel dünyaya ve geçmişe yönelim ile ilişkilidir.7 Bu şekilde bütünü iki polariteye böldükten sonra her polariteyi de ikiye böldüğümüzde 4 element oluşur. Dört temel yapı, astrolojinin temel taşlarıdır. Ateş ve Hava eril elementlerdir. Toprak ve Su ile dişil elementlerdir. Son elli yıldaki derinlik psikolojisi çalışmalarından bu temel yapının arketipsel olduğunu ve tüm insanların doğasında var olduğunu öğrendik. Her birimiz Jung’un bahsettiği düşünme (hava), hissetme (toprak), his (su) ve sezgi (ateş) dediği bilinç işlevlerine sahibiz. Ancak her birimizin bilinç işlevleri dağılımı farklılık gösterir. Her birimizin kendine göre bulunduğu bir bilinç seviyesi vardır. Her birimiz kendi zamanına göre evrimleşir. Jung, ruhtan bir şey gibi değil, daha çok bir süreç gibi söz eder. Bireysel ruh, gelişme ve bütünlük arayışı içinde sürekli değişir, onu benlik ile karıştırmamak gerekir. Benlik, ruhun sürekli aradığı ve ileri doğru hareket etmesini sağlayan hedeftir. Ruhun içindeki bilinçli tutumlar (eril), her zaman bilinçdışı (dişil) tutumlarla dengelenir. Bilinçdışı tutumlar bizim gölgelerimizi oluşturur. Bunlar kişinin kendine ait olduğunu teslim edemediği özellikleri içerir. Herkesin bir gölgesi vardır ve bilinçli olarak gölgenin ne kadar az farkındaysak, gölge o kadar kara ve yoğun olur.8 Ego ile gölge, dengeleyici bir çift olarak birlikte çalışır. Ruhun amacı tamamlanmaktır ve yaşamımız bu amaca göre kurgulanmıştır. Karşılaşılan her kişi, yaşanan her olay gölgemizi fark etmemiz içindir. Gölgemizi görmekle, ışığımızı da görmüş oluruz. Bir kez içimizdeki bu iki karşıta bakıp onları anladığımızda, orta noktayı bulabiliriz. Aşırı şişirilmiş ego, çoğu zaman gölgeyi başka insanlara yansıtır. Yansıtma, kişiye ait bilinçdışı bir özelliğin, bir kusurun, hatta bir yeteneğin, başka bir kişi ya da nesneye aitmiş gibi görüldüğü bir süreçtir. Ruh olgunlaştıkça çoğunlukla kendi gölge özelliklerini tanıyabilir, o zaman yansıtma geri çekilir. Psikolojinin bu temel gerçeğinin tam olarak anlaşılması için deneyimlenmesi gereken, bir yandan çok basit ama bir o kadar da zorlayıcı bir süreçtir. Doğum haritasında 12 burç, 7’si kişisel, 3’ü kolektif olan toplam 10 gezegen vardır ve bunlar 12 farklı hayat alanımızı ifade eden evlere dağılır. Gezegenlerin dağılımı, bunlar arasındaki açısal ilişkiler ile oluşan sayısız kombinasyonlarla bizim ruhumuzun tamamlanma yolculuğunda verdiği, vereceği mücadeleye dair ipuçları sunar. Her bireyin doğum haritası parmak izi gibidir. Aynı gün, aynı saatte ve aynı yerde doğmuş başka bir insan yoktur bu dünyada. Ayrıca her doğum haritasında 12 farklı hayat alanı farklı bir burca denk gelir. Bu demek oluyor ki her insan ilgili hayat alanında farklı bir burcun özelliklerini ortaya koyuyor. Her burcun bir ideal ifadesi var, birde idealdan eksik veya idealdan fazla ifade edilmesi var. Örneğin Kendini cesur bir şekilde ortaya koymak ideal ifade iken korkaklık eksik ifade ve diktatörlük fazla ifade etme şekli olabilir. Her burcun özelliklerini dengeli bir şekilde ortaya koyabilen insan ise kamil insandır. Bunun için bir konuda iki uçlar arasında gelip gideriz. Sonunda ilgili konuda dengeye gelebilmek için. Dengeye gelerek tekamül edebilmek için. Psikolojik Astroloji ile Jung’un bu felsefesini birleştirdiğimizde astrolojik göstergeler aracıyla kişinin hangi hayat alanında savrulduğunu ve nerede dengeye gelmesi gerektiğini tespit edebiliyoruz. Kişinin yaşadığı bir takım sorunların kaynağı, hangi hayat alanlarında sorunlar yaşayabileceği, bunlarla hangi savunma mekanizmaları ile baş etmeye çalıştığı gibi konular bireysel doğum haritasından net bir şekilde anlaşılıyor. Bu bilgilere dayanarak astroloji, kişinin kendisini tanımasına, gölge yönlerini tespit ederek bilinçaltı konularının bilincine taşınmasına ve Jung’un tabiri ile bireyleşmesine hizmet etmiş oluyor. Çünkü bireyin farkındalığının artması ve bilincinin genişlemesi ancak ilgili konuya dair bilgisinin deneyim ile birleşmesi sonucunda mümkün olabiliyor. Bu nedenle burçlara ait genel yorumlardan ziyade kişinin kendi haritasının dinamiklerini anlaması, bu bilgileri içselleştirmesi ve gelişim alanlarını tespit etmesi onun farkındalığını arttırır. Buna ilave olarak ilgili konular üzerinde bilinçli ve düzenli çalışmalar neticesinde astrolojinin hayatına olan etkisi fark edilecektir. Kişinin bilinci genişleyerek, gerçekliği olumlu yönde değişecektir. Ancak bu şekilde kullanıldığında astroloji kişinin manevi gelişim yolculuğuna ciddi bir şekilde katkı sağlayan değerli bir araç olabilir.  Bu konudaki görüşümü modern astrolojinin babası olarak anılan Alan Leo çok güzel özetlemiş: ‘Astrolojinin kehanet amaçlı kullanılması ve bazı durumların sonucu belirlediğini kabul etmeme rağmen, bu elzem bir şey değildir. Bu düşünce elbette, kader mi yoksa özgür irade mi sorusunu gündeme getirir ve bir kerede ‘exoteric’ (genel) ve ‘ezoterik’ astrolog arasındaki farkı belirler. İlki kaderin etkisi altında olduğuna inanan onaylanmış bir kadercidir. Ezoterik astroloğun böyle bir inancı yoktur.  Onun inancı ‘kişi ne ekerse onu biçer’ temeline dayanır.  Bu yüzden onun sloganı şudur: ‘İnsan, Kendini Tanı’ 9                                                                                                                                                                                                                                                          Alan Leo  

KAYNAKÇA:
1-https://tr.wikipedia.org/wiki/Astroloji
2-Muhyiddini arabi  Özün Özü.pdf, sayfa 32
3-Ayşe Öztekin, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 52:1(2011), ss. 293-303 İbn Arabî’nin “Âyân-ı Sâbite ve Jung, pdf
4-Fütuhat-ı Mekkiye, İbn Arabi 1, Litera Yayıncılık 9. Baskı, Sayfa 290
5-Know Yourself An Explanation of the Oneness of Being by Cecilia Twinch, Ibn Arabi (z-lib.org
6-https://www.barisilhan.com/freudun-jungu
7-Relating An Astrological Guide to Living With Others on a Small Planet. by Liz Greene (z-lib.org).pdf
8-Jung Kilit Fikirler, Optimist Yayınları 2011, Ruth Snowden, sayfa 83
9- Jung’s Studies in Astrology  Prophecy, Magic, and the Qualities of Time by Liz Greene (z-lib.org).pdf, sayfa 15

Bu yazı Prometheus Dergisi, Sayı 1, Sayfa 14’te yayınlanmıştır. Derginin tamamına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

Astroloji Dergisi